Çeviride Kaybolmak (Lost in Translation) Deyimi Üzerine



Sofia Coppola'nın 2003 yılında gösterime giren "Lost in Translation" filmi büyük başarı elde edince, çeviride kaybolmak deyimi popüler söz dağarcığına dahil oldu. Deyim temel olarak üç anlamda kullanılıyor:

1- Çeviride kaybolan kültürel anlam. Bir kültürde özel bir anlamı olan bir sözcüğün veya deyimin, diğer kültürde karşılığı olmadığı veya farklı bir karşılığı olduğu için harfiyen tercüme edildiğinde o özel anlamının kaybolması.

Örnek: İngilizler "çok içmek" anlamında "balık gibi içmek" derken Fransızlar "çukur gibi içmek", biz ise "sünger gibi içmek" diyoruz.

2- Çeviride kaybolan yan anlam. Çift anlamlı bir sözcük veya deyimin, diğer dilde veya kültürde aynı çift anlama sahip olmamasından dolayı çevirinin her iki anlamı birden yansıtmaması.

Örnek: İngilizcedeki "ring", hem halka, hem de çınlama/tınlama anlamına gelir. Eğer şair bu sözcüğü her iki anlamını birden akla getirecek şekilde kullanırsa, birebir çevirisi mümkün olmaz; bu durum ancak notlar aracılığıyla belirtilebilir. [1↓]

3- Çeviride kaybolan estetik. Kullanılan dile özgü biçimsel güzelliklerin çeviride kaybolması. Sözgelimi bir şiirin hem anlamını, hem de biçimini ve söz oyunlarını koruyarak bir başka dile aktarabilmek, elbette herşeyden önce çevirmenin becerisine, dil bilgisine ve gösterdiği özene bağlıdır. Örneğin bir divan şiirini anlamını ve aruz ölçüsünü koruyarak İngilizceye aktarmak çok ama çok zordur.


"Şiir, çeviride kaybolan şeydir" sözü kime ait?


Kimilerine göre şiir çevirisi, dile özgü biçimsel güzellikler korunamayacağı için mümkün değildir. Hatta bu anlayıştan yola çıkarak bir şiir tanımı yapılabilir: Nesirle yazıldığında veya başka bir dile çevrildiğinde kaybolan şeye şiir denir; şiir o kaybolan şeydir. Bu sözün genelde Robert Frost'a atfedilen ve en yaygın olan versiyonu şöyledir:

Poetry is what gets lost in translation.

Şiir, çeviride kaybolan şeydir.

Ne var ki Frost bu sözü hiçbir zaman - en azından birebir bu şekliyle - söylememiştir. Frost uzmanı James Sitar'a göre Frost basılı eserlerinin ve defterlerinin hiçbirinde bu söze yer vermemiş, ancak bu sözle örtüşen fikirlerini, verdiği çeşitli derslerde ve röporajlarda dile getirmiştir.

İlk olarak 18 Mayıs 1953'te Dartmouth Kolejinde verdiği bir derste şöyle demiştir:

"Let me say one more thing that poetry is: poetry is that that evaporates from both prose and verse when it’s translated." [2]

"Şiirin bir başka yönünü daha söyleyeyim: şiir, çevrildiğinde hem nesirde, hem de nazımda buharlaşıp giden şeydir."

Basılı kaynaklarda ise ilk olarak 1959'da Paris Review dergisine verdiği şu röportajda raslarız:

"I could define poetry this way: It is that which is lost out of both prose and verse in translation." [3]

"Şiiri şu şekilde tanımlayabilirim: Hem nesir hem de nazım çevirisinden yitip giden şeydir."

Neden bu kadar ayrıntıya girdiğimi şimdi söyleyeceğim: Ünlü Orta Doğu tarihçisi Bernard Lewis'e göre ise sözün asıl sahibi Ahmet Haşim'dir! Lewis, "From Babel to Dragomans" (Babil'den Dragomanlara) adlı kitabında, James Howell'ın "bazılarına göre çeviri bir Türk halısının arka yüzü gibidir" sözüne yer verdikten sonra şu iddiada bulunur:

A similar sentiment inspired the Turkish poet Ahmet Hashim who, when asked what was the essence of poetry, replied: ‘That which is lost in translation.’ [4]

Benzer hislerden ilham alan Türk şair Ahmet Haşim, şiirin özü nedir diye sorulduğunda "Çeviride kaybolan şeydir" yanıtını vermişti.

Bernard Lewis'in bu konudaki uzmanlığı su götürmez. Kendisi Orta Doğu tarihi üzerinde dünya çapında bir otorite olmasının yanında Ahmet Haşim'le, şiirlerini İngilizceye çevirip yayınlayacak kadar yakından ilgilenmiştir. Bununla birlikte kendimce yaptığım araştırmalarda Ahmet Haşim'in bu sözüne veya bu anektoda başka bir yazılı kaynakta rastlayamadım. Sözcüklerin birebir karşılıklarına takılmayacak olursak, Frost'un 50'lerde ifade ettiği fikri Haşim'in 1920'lerde ifade ettiğini söyleyebiliriz:

Tercüme, bazen renkli bir menşurdur ki, şuaı tevkif etmeksizin onu yabancı renklere bulayıp zevkini tağyir eder. [5]

Çeviri, bazen renkli bir eserdir ki, ışınlarının önünü kesmeksizin onu yabancı renklere bulayıp zevkini bozar.

“Mânâ” araştırmak için şiiri deşmek terennümü yaz gecelerinin yıldızlarını ra’şe içinde bırakan hakir kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek. [6]

"Anlam" araştırmak için şiiri deşmek, şakıması yaz gecelerinin yıldızlarını titreyiş içinde bırakan zavallı kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek.

Kelime tahvilâtı ve ahenk endişeleri arasında “mânâ” küsûfa uğrarsa “ruh” onu ahengin lezzetiyle telafi eder. Esasen “mânâ” ahengin telkinatından başka nedir? Şiirde mevzu şair için terennüm ve tahayyüle bir vesiledir. ..... Bu tarifin haricinde hiçbir şiir yoktur. [6]

Yanlış sözcük seçimleri ve ahenk endişeleri arasında "anlam" güneş tutulmasına uğrarsa, "ruh" onu ahengin lezzetiyle telafi eder. Esasen "anlam" ahengin telkinatından (telkin ettiklerinden) başka nedir? Şiirde konu, şair için ezgi ve imgeleme bir araçtır. ..... Bu tarifin dışında hiçbir şiir yoktur.

Bir başka yerde ise şiirin tanımını, nesre çevrilmesi mümkün olmayan şey olarak verir:

Denilebilir ki şiir nesre kabil ve tahvil olmayan nazımdır. [6]

Denilebilir ki şiir düzyazıda mümkün olmayan, düzyazıya çevrilemeyecek (/dönüştürülemeyecek) olan şeydir.

Dolayısıyla Bernard Lewis'in sözünü ettiği hikayenin doğruluğunu belgeleyemesek de, sözün Haşim'in görüşleriyle örtüştüğünü söyleyebiliriz. İki şairin karşılaştırılmasında bir başka dikkate değer nokta ise şudur ki, Frost'un yazdığı şiirler, sözlerini inkar edercesine çeviriye elverişli iken, Haşim'in şiirleri çeviriye gelmemeleri ve nesre döküldüğünde sihrini kaybetmeleri açısından söze arka çıkar niteliktedir.

Sonuç olarak aynı fikirde olmakla beraber, ne Frost, ne de Haşim sözü bugün en bilinen haliyle ifade etmemiştir. Onların bu sözleri insanların aktarmaları sırasında dil içi ve diller arası çeviriler yoluyla bugün bildiğimiz kusursuz denebilecek biçimini bulmuş, adeta şiirsel bir ifadeye dönüşmüştür. Kaderin bir cilvesi, çevirinin kendisi, nesirdeki söze şiirsellik katarak adeta söze aksi örnek oluşturmuştur.


Kim demiş, şiir çeviride kaybolan şeydir diye?


Benim bloğuma "çeviride kaybolanlar" adını koyma nedenim ise daha ziyade sözün ikinci ve uzak anlamı: çeviri yapayım derken metnin içinde kaybolup gidenler, bazen tek bir dizenin sesini, havasını ve çağrışımlarını diğer dilde yakalayabilmek için saatlerini, hatta günlerini harcayanlar, Oscar Wilde'ın "Bu sabah bir virgülü çıkardım, akşam geri yerine koydum." sözünü okuduklarında neyden bahsettiğini çok iyi bilenler. Çeviride kaybolan şeyler de vardır elbet, olmaz olur mu! Ama bunlar çeviride bulunanların yanında nedir ki? Pek çok şiir var ki birileri tarafından çevrilmeseydi zaten tümüyle kayıp kalacaktı. Bu yüzden çeviride kaybolanlar, çeviride bulunanların yanında önemsiz sayılır.

Ya da James Merrill'in "Lost in Translation" (Çeviride Kaybolanlar) şiirinde dediği gibi:

But nothing’s lost. Or else: all is translation
And every bit of us is lost in it
(Or found - ...


Fakat kaybolmaz hiçbir şey. Aksi taktirde: herşey çeviridir
Ve her bir parçamız içinde kaybolmuş demektir 

(Ya da bulunmuş - ...






NOTLAR

1. Lew Welch'in "I Saw Myself" şiiri buna güzel bir örnektir:


I saw myself
a ring of bone
in the clear stream
of all of it

and vowed
always to be open to it
that all of it
might flow through

and then heard
“ring of bone” where
ring is what a

bell does

Kabaca çevirirsek:

Kendimi tüm şeylerin
duru akışı içinde
bir kemik halkası
olarak gördüm

ve ant içtim
ona hep açık olacağıma
ki içimden akarak
geçebilsin tüm şeyler

ardından "kemik halkası"nın
tınlamasını işittim kulağımda
tınlaması gibi

tıpkı bir çanın

Beat şairi gerçekten duru bir derenin içinde bir hayvanın omurunu görüp de mi bu aşkın-deneyimi yaşadı bilmiyoruz. Bildiğimiz, içinden ve yanından suların akıp geçtiği bir kemik halkası gibi dingin, beklentisiz, kabullenici ve doğal olacağına dair kendine söz verirken, aklına sözcüksel bir çağrışım geldiği: kemik nasıl tınlama sesi çıkarırsa, şairin doğadaki tınlaması da şiiridir. Neyse, konumuza dönecek olursak, burada "ring" sözcüğündeki "halka" ve "tınlama/çınlama" çifte anlamı koruyarak aktarmak (en azından Türkçeye) pek mümkün gözükmüyor. Yapabileceğimiz şey, çeviride kaybolanın burada yaptığımız gibi bir not olarak okura belirtilmesi olabilir ancak. [1↑]

2. http://donshare.blogspot.com/2008/10/excrement-of-foreign-poets.html

3. Robert Frost, Conversations on the Craft of Poetry (1959)

4. Bernard Lewis, From Babel to Dragomans, Interpreting the Middle East, 2005.
Türkçede: Bernard Lewis, Babil'den Dragomanlara, Kapı Yayınları, 2008 çev: Ebru Kılıç

5. Ahmet Haşim, Bütün Eserleri-3. Gurabahâne-i Laklakan - Diğer Yazılar, Haz. Zeynep Kerman, İnci Enginün, Dergâh Yayınları

6. Ahmet Haşim, Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar, Piyale, 1926

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder