Andrey Voznesenski - Savaş



Babalarının gözlerinden
İçine bakarlar öte alemlerin,
Çocuklar—ki iri gözleriyle
Periskoplarıdır ölülerin.


Andrey Voznesenski – 1975





Çeviri Notları


Andrey Voznesenski'nin bu şiirini çevirmeye İngilizce çevirisini okuduktan sonra karar verdim:

With the open eyes of their dead fathers
Toward other worlds they gaze ahead—
Children who, wide-eyed, become
Periscopes of the buried dead.


Rusçadan çev. William Jay Smith ve Vera Dunham


Orjinali ise şöyle:

С иными мирами связывая,
глядят глазами отцов
дети—широко глазые
перископы мертвецов.


Orjinalinin anlam çevirisini sevgili dostum Sabri Gürses yaptı:

Başka dünyalara uzanarak
Babalarının gözleriyle bakar
Çocuklar—iri gözlü
Periskopları ölülerin.

Şiirin biçimine bakacak olursak, her ne kadar Rusça bilmesem de "отцов" ve "мертвецов" sözcüklerinin son üçer harfindeki "цов" kafiyesi fark ediliyor. İngilizce çeviride bu kafiye "ahead" ve "dead" sözcükleriyle başarıyla yansıtılmış. Benim için de en zorlu iş bu kafiyeyi Türkçede zorlama hissi uyandırmadan yansıtmak oldu. Çeşitli denemelerden sonra en sırıtmayanının "alemlerin" ve "ölülerin" ile yakaladığım "lerin" redifi olduğuna karar verdim (diğer denemelerimi buraya almıyorum).

Şiirin adı "Savaş", fakat bunun hayal gücünü kısıtlayıcı bir ad olduğu görüşündeyim. Bende savaşla ilgili bir his uyandırmamasına rağmen özellikle kendi babamın ölümüyle ilgili son derece güçlü çağrışımlar uyandırmayı başardı.

İngilizce çeviride—herhalde şiirinin adından yola çıkarak—orjinalde olmayan bazı sözcükler eklenmiş. İlk dizede babalarının ölü (dead) olduğu, gözlerinin açık olduğu (open eyes), son dizede ise—artık okurun periskop imgesinin ilişkilendirmesini yapamayacaklarını düşündüklerinden midir nedir—yeraltında gömülü oldukları (buried dead), şiire durduk yerde eklenmiş. Bu gibi fazladan açıklamalı bir deneme yaptıysam da içime sinmedi:

Babalarının açık giden gözlerinden
İçine uzanırlar öte alemlerin,
Çocuklar ki iri faltaşı gözleriyle
Periskoplarıdır yeraltındakilerin.

("Faltaşı" nereden çıktı derseniz, bu aynı zamanda hece ölçüsü kullandığım bir denemeydi.)

Şiirin beni asıl çarpan kısmına gelirsek, eskiden beri sahip olduğum bir fikir vardı: anne-babalar, öldükten sonra çocuklarında yaşamaya devam eder, dünyayı artık onların gözlerinden görürler. Genler için biyolojide kullanılan bir metafor vardır: genler, anne-babaların kayığından çocukların kayığına atlaya atlaya milyonlarca yıl boyunca yaşamını sürdürür. Fakat anne-babaların kayıklarından çocukların kayığına atlayarak yaşamını sürdüren yalnızca genler değil, aynı zamanda kültür, dil ve hikayelerdir, anılardır. Voznesenski periskop benzetmesiyle bu fikre adeta kusursuz imgesini vermekle kalmamış, aynı zamanda anne veya baba gibi bir yakının ölümünün ardından hissedilen o ölümün doğasıyla (öte dünyalarla) yüzleşme anını topu topu dört dizeye sığdırmayı başarmış. Bana öyle geliyor ki, kuşaklar arasındaki ilişkiyi özlüce ifade etme açısından, belki ancak eski bir Sparta şarkısının şu sözleri Voznesenski'yle aşık atabilir:

Siz eskiden neyseniz biz şimdi oyuz; siz şimdi neyseniz biz ileride o olacağız.

Denise Levertov - Neye Benziyorlardı?



Neye Benziyorlardı?


Viet Nam'ın insanları,
mermerden miydi fenerleri?
Bayramla mı kutlarlardı
tomurcukların açışını?
Sessiz mi gülerlerdi daha çok?
Süslerini neyden yaparlardı peki,
kemikten mi fildişinden mi,
yeşimtaşından mı gümüşten mi?
Destan şiirleri var mıydı hiç?
Konuşmayla şarkı söylemeyi
ayırt ediyorlar mıydı dillerinde?

Efendim, onların sevinç dolu yürekleri taşa döndü.
Hatırlayan kalmadı keyif saçar mıydı
bahçelerdeki mermer fenerlerin ışıkları.
Belki tomurcuklar açtığı zaman toplaşıp kutlarlardı
ama çocukları öldürüldükten sonra
tomurcuklar da kalmadı.
Efendim, yanmış ağız gülemez, acıtır yanakları.
Bir düş önceydi bu dedikleriniz. Neşeye davetiyedir süsler.
Tüm kemikler kömür olmuştu.
Kimse artık hatırlamıyor. Hatırlayın,
köylüydü zaten çoğu onların;
pirinç ve bambuyla geçerdi hayatları.
Çeltik tarlalarında yansırken huzur dolu bulutlar,
yamaçtaki sekilere ayaklarını gömerken su sığırları,
belki anlatırdı babalar oğullarına eski masalları.
Oysa bombalar suların aynalarını paramparça ettiğinde
çığlık atmaya yetecek kadar zamanları anca olmuştu.
O şarkı gibi konuşmalarından
şimdi geriye yalnızca bir yankı kaldı.
Pervane böceklerinin mehtaptaki uçuşunu andırırmış
anlatılanlara göre şarkıları.
Kim bilebilir ki? Şimdi sessiz oralar.
 


Denise Levertov
çev: Cem Duran






What Were They Like?


Did the people of Viet Nam
use lanterns of stone?
Did they hold ceremonies
to reverence the opening of buds?
Were they inclined to quiet laughter?
Did they use bone and ivory,
jade and silver, for ornament?
Had they an epic poem?
Did they distinguish between speech and singing?

Sir, their light hearts turned to stone.
It is not remembered whether in gardens
stone gardens illumined pleasant ways.
Perhaps they gathered once to delight in blossom,
but after their children were killed
there were no more buds.
Sir, laughter is bitter to the burned mouth.
A dream ago, perhaps. Ornament is for joy.
All the bones were charred.
it is not remembered. Remember,
most were peasants; their life
was in rice and bamboo.
When peaceful clouds were reflected in the paddies
and the water buffalo stepped surely along terraces,
maybe fathers told their sons old tales.
When bombs smashed those mirrors
there was time only to scream.
There is an echo yet
of their speech which was like a song.
It was reported their singing resembled
the flight of moths in moonlight.
Who can say? It is silent now.


Denise Levertov





Levertov - 1957

Çeviri Notları

Levertov Vietnamlılarla ilgili 6 soru sorup bu sorulara başka birinin, belki bir yetkilinin, belki savaş sonrası oraları görmüş birinin ağzından (ör: Tüm kemikler kömür olmuştu.) cevap veriyor. Şiiri Cevat Çapan da zamanında çevirmiş ve nedense soruları numaralandırmayı tercih etmiş. Ben açıkçası çevirmenin şiirin içine bu tarz açıklayıcı eklentiler yapmasına karşıyım. Şair böyle bir numaralandırmayı tercih etmediyse buna saygı duymak gerekir diye düşünüyorum. Cevat Çapan'ın çevirisini bu notların sonuna ekledim. 

Levertov'un "Vietnam"ı "Viet Nam" olarak yazışına dokunmadım. Vietnamca, tıpkı Çincede olduğu gibi hecelerle konuşulan bir dil. Bazıları bu özelliği Vietnamca sözcükleri Latin alfabesiyle yazarken de yansıtmaya çalışıyor. Pekin'i Pey Kin veya PeyKin, Saygon'u Say Gon veya SayGon, Tokyo'yu To Kyo veya ToKyo olarak yazmak gibi. Fakat bu yazış şeklini Vietnamlıların bile benimsemedikleri anlaşılıyor. Sonuçta Vietnamcadaki vurguları hakkıyla ifade etmek için Latincede diakritikleri (fonetik işaretleri) kullanmak gerekir ki kimse o zahmete girmek istemiyor.

Şiirde geçen mermer fener, Doğu kültürüne özgü şöyle bir güzellik:
 






NEYE BENZİYORLARDI?

1)Vietnamlılar taştan fenerler
kullanıyorlar mıydı?
2)Törenlerle kutluyorlar mıydı
tomurcukların açışını?
3)Sessizce gülme eğilimleri var mıydı?
4)Süs olarak kemik ve fildişi,
yeşim taşı ve gümüş takınıyorlar mıydı?
5)Destanları var mıydı?
6)Konuşmakla türkü söylemek arasında
bir ayırım yapıyorlar mıydı?


1)Efendim, yumuşak yürekleri taşa dönüşmüştü.
Taş fenerlerin bahçelerde güzel yolları
aydınlatıp aydınlatmadığı hatırlanmıyor.
2)Belki bir kez tomurcukları kutlamak için
toplanmışlardı,
ama çocuklar öldürüldükten sonra
tomurcuklar açmadı.
3)Efendim, yanık ağızlara acı verir gülmek.
4)Bir düş önce, belki. Sevinmek içindir süs.
Bütün kemikler kömür olmuştu.
5)Hatırlanmıyor. Unutmayın ki,
çoğu köylüydü; pirinç ve bambuyla
yaşıyorlardı.
Sessiz bulutlar çeltik tarlalarında yansıdığında
ve bayırdaki setlerde korkusuzca yürürken manda,
belki babalar eski masallar anlatmışlardır
oğullarına.
Bombalar bu aynaları parçalayınca,
ancak çığlık atmaya vakit kalmıştı.
6)Hâlâ türküye benzer bir yankısı
duyuluyor konuşmalarının.
Anlatıldığına göre türkü söyleyişleri
pervanelerin ay ışığında
uçuşuna benzermiş.
Kim bilebilir? Artık her yer sessiz.

Denise Levertov
çev: Cevat Çapan










Tarihe Geçen Çeviri Hataları - 1 - Agnesi Cadısı

Maria Agnesi (1718-1799), Milan'ın en varlıklı kişilerinden ipek tüccarı Pietro Agnesi'nin en büyük çocuğuydu. Üstün yetenekli bir kız olan Maria, babasının da teşviğiyle sıkı bir eğitim gördü. 13 yaşına geldiğinde İtalyanca, Fransızca, Yunanca, İbranice, İspanyolca, Almanca ve Latince konuşabiliyordu. Babası, dönemin önde gelen akademisyenleri ve tanınmış kişileriyle felsefi tartışmalara girmesi için ortam sağlardı. 9 yaşındayken yazdığı (aslında öğretmenlerinden birinin yazdığı) bir denemeyi Latinceye kendisi çevirmiş ve evlerinin bahçesinde yapılan akademik bir toplantıda ezberden okumuştu. Denemenin konusu da kadınların eğitim görme hakkıydı. 

Kendisini gören dönemin entellektüel erkeklerinin
tanımına göre güzeller güzeli Maria Agnesi
İnsanların gözü önünde olmaktan hoşlanmayan Maria, annesinin ölümü üzerine rahibe olmak için babasından izin istedi. Ret cevabı alınca babasıyla bir anlaşmaya vardı: dilediğinde kiliseye gidebilecek, yalın kıyafetler giyebilecek ve her türlü kalabalık toplantı ve eğlenceden muaf olacaktı. Evdeki en büyük işi ise annesi öldükten sonra iki kez daha evlenen babasından olan toplam 20 küçük kardeşini eğitmekti. Dış dünyayla bağlantısını kesen Maria, kendini dine ve matematiğe verdi, diferansiyel ve integral kalkülüs üzerine çalışmalar yaptı. 

Diferansiyel kalkülüs üzerine bir kitap yazarak kendi çabalarıyla bastırdı. En ünlü eseri, 1748'de yayınladığı Instituzioni Analitiche ad Uso Della Gioventu` Italiana (İtalyan Gençlerin Kullanımı İçin Analitik Kurumlar) adlı kitabıdır. 1750'de Papa 16. Benedict, Bologna Üniversitesinde matematik profesörü olması için davette bulundu; üstelik bu pozisyonu resmi olarak onaylandı. Fakat Agnesi, mütevazı yaşam tarzıyla örtüşmediği için asla üniversiteye gitmedi. 

Matematikte "Agnesi cadısı" adıyla bilinen ünlü bir eğri vardır:



xy2 = c2(c - x)

Bu denklemde c sabit sayı, x ve y değişkendir. Şeklinin cadıya benzediğini söylemek oldukça zor. Olsa olsa cadı şapkasına benziyor denebilir ki ucu sivri bile değil. Daha önceden Pierre de Fermat'nın ve Guido Grandi'nin incelediği bu eğriye Guido Grandi, 1718'de "yelkeni döndüren halat" anlamında Latince "versoria" adını uygun görür ki gerçekten de düşününce benziyor. İtalyancada ise "versiera" denmesini önerir. Maria Agnesi ise bu eğriye Instituzione Analitiche adlı ünlü eserinde yer verir. 

Ne var ki çeşitli matematik kitaplarını İngilizceye çeviren John Colson, Agnesi'nin kitabındaki "la versiera" sözcüğünü Latince "adverierius" (Tanrının düşmanı, dişi şeytan ve cadı) kökünden gelen "l'aversiera" sandığı için "cadı" olarak çevirir. Sonuçta hayatını Tanrının hizmetine adamış olan Maria Agnesi'nin adı, tarihe Agnesi Cadısı olarak geçer.






Kaynak: NTV yayınlarından çıkacak olan kendi çevirdiğim Ian Stewart'ın "Profesör Stewart'ın Matematiksel İlginçlikler Dolabı" adlı kitabı.